Pazar, Kasım 26, 2006

Minibüs şöförü ağabey, ne kadar çok kargaya benziyordun. Saçların, gözlerin, yüzün, sesin...

Pazar, Kasım 12, 2006

"Good news! We got him, son!" dedi Gotham Başkomseri, genç Bruce Wayne'e anne ve babasının öldürüldüğü akşamın ilerleyen saatlerinde... Çünkü anne ve babasını katleden hergeleyi yakalamışlardı.

Yeter miydi? Onlar yakalayınca anne ve babası geri mi dönmüştü? Korku, nefret, acı, kızgınlık yok mu olmuştu?

Ne salak komiserler var...

Üşeniyorum, öyleyse yarın...

Allah belamı verecek!

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Ağlarım, ağlarım bok yoluna ölenlere ağlarım...
Ağlarım, bütün herkesin sevgilisi Tanis Yarım-Elf'e ağlarım...
Ağlarım, Aşil'e ağlarım...
Ağlarım, atların terbiyecisi Hector'a ağlarım...
Ağlarım, Bruce Wayne'nin babası Thomas Wayne'e ağlarım...

Ağlarım, Karagöz ile Hacivat'a ağlarım...

Perşembe, Eylül 28, 2006

Bir hikaye başlıyor...

Orta sıcaklıkta bir yaz sonu gönüydü. Arkadaşlarının evinden çıkmış, asansördeydiler. İki kişiydiler, biri kız öbürü oğlan. Oğlan uzuna yakın boylu, kumral tenli, lise sonrası keçimtrak sakallı gudik bir şeydi. Kız’ın boyu ortaya yakındı, gözleri kahverengi ve ela arası bir renkti (ama elaya daha yakın). İkiside yorgun ve mutlulardı. Oğlan, Kız’a alakasız bir şekilde “Senin İtalyan bir akraban olması mümkün mü ya?” dedi. Kız, uzunca düşündü, “Ya galiba babamın akrabalarından biri yaşıyor İtalya’da.” dedi. Oğlan’ın gözleri parladı, ve “Close enough, close enough!” dedi. Kız “Niye, ne oldu ki?” dedi. Oğlan açıklamadı, sadece güldü. Kız bundan yıllar sonra öğrenebilecekti nedenini...
****** ****** ******
İyi bir üniversitenin, iyi bir bölümünde üçüncü sınıfındaydı. Ders, bölümünden dolayı pek şaşılmayacak bir şekilde, kimyaydı. Sınıfça labaratuardaydılar, organik ile alakalı birşeyler dönüyordu ortalıkta. Oğlan’ın gözlerinin altı, onun için pek alışılmadık şekilde, mosmordu. Saçları, -ki bunda şaşırılacak bir şey yoktu, normalde de öyle olurdu-; (Aslında normalden biraz daha karışıktı galiba.) karmakarışıktı. Deneyine herkesten daha fazla dalmıştı. Hatta dikkatli bir göz, onun herkesten daha farklı bir şeylerle meşgul olduğunu da görebilirdi. Uzun vakit geçti, şişelerin içindekiler fokurdadı, onlar fokurdarken şişeler birbirine çarpışıp şıngırdadı... Sonunda, daha hiçkimsenin deneyi yarılanmamışken, Oğlan eşylarını topladı ve gitti.
****** ****** ******
Uzun saatler kendi içinde ahlak çatışmaları yaşadı. Şu ana kadar düşündüğü, inandığı pek çok şeye ters düşüyordu aklındakiler... Ki işini çok sıkı tutarsa “pek çok şey” olurdu; eğer ipleri biraz gevşetirse, “herşey” yalan olurdu. Uzun saatler biribirini kovaladı; kimisi kaçtı, kimisi yakalandı ama ne kadar zaman geçtiği bilinmez; sonunda kendini kapadığı yerden çıktı. Romanları eleştirirken kullanılan “Karakterin geçirdiği değişimin altındaki sebepler açıklanmamış.” sözüne uygun bir şekilde, değişmişti. Kimse ne olduğunu, neden olduğunu bilmiyordu, sadece olmuştu işte... Hayattaki pek çok şey, hatta belki de hayatın ta kendisi gibi.
Aylar Önce Sobelenmiştim :)
Secho beni sobeledi, sende sobele dedi. Ama ben tembelim, gereksiz işlerle gereksiz saatler uğraşıp sonra "Üleeeeeeen" diyen bir koçerayım. Kaçmak yersiz, mecbur kopyalayamayacağım, çünkü ben aynı zamanda kararsız, aynı anda herşeyi sevebilen maymun iştahlımtrak bir bobinim.

Yaptığım 3 iş:
Görmek istemek, görmek, özlemek
Ultima oynamak
Okula gitmek

Defalarca izlenebilecek bu aralar aklımda olan 1 film:
Vincent (Tim Burton)

Yaşadığım 2 semt:
Bahçelievler
Florya

İzlemekten hiç sıkılmayacağım kesin bir kaç televizyon programı:
Coupling
Seinfeld
Married with Children
Friends
South Park
CSI:Amerika'da bir yer, tercihen New York

Tatil içinde en çok bulunduğum yer:
Bilgisayarımın önü

En sevdiğim bir sürü yemeğin içinde en iyilerinden biri:
Yumurtalı Patates

Hemen şimdi olmak istediğim yer:
Yanı

Şu an aklıma gelmeyen şey:
Demin aklımda olan şey

Akıllardan gitmeyecek bir kaç söz:
Ayrı bir başlık altında yazılması kararlaştırıldı

Ulan bir şeyede 4 tane yaz diye uydurduğum 4 şey:
Kupa, Maça, Sinek, Karo Kız/Vale/Papazları
4 Silahşörler
Okuduğum okullar
Adım

Sobelediğim 3 kişi:
Chori chori angalisse!
Secho! =)
Durdurulmuş Zihin

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

Let them say I shaved my beard for Hector! Let them say;I shaved my beard for Tanis! Let them say I shaved my beard for the ones, who died for shitty reasons!

If they ever tell my story let them say that I walked with giants. Men rise and fall like the winter wheat, but these names will never die. Let them say I lived in the time of Hector, tamer of horses. Let them say I lived in the time of Achilles.

Salı, Ağustos 15, 2006

Bilmem hiç fark ettiniz mi; pek az şey bilmemize rağmen sürekli birbirimize birşeyler öğretmeye çalışıyoruz?..

not1:Bu yazıyı dün minibüste yaşadığım olaylar silsilesinden sonra yazmak istedim; ama dün açılmadı sayfa bir türlü. Minibüsteki olaylarda hepmizin bildiği genç&yaşlı, saygı&sevgi çatışmalarıydı...
not2:"pek az şey bilmemize" yerine "hiçbirşey bilmememize" yazacaktım; ama minibüsteki olaylar silsilesinin son noktası beni biraz yumuşattı...

Salı, Ağustos 08, 2006

küçük ayrıntılar koyuyorum sağa sola, tam bilmiyorum neden yapıyorum bunu. ufak ayrıntıları sevdiğimden ve çok değer verdiğimden yapıyorum aslında. ama bilmiyorum amaçladığım şey başkalarının onları anlaması mı yoksa sadece orda durmalarımı? galiba başkaları anlasın istiyorum... anlamıyolar genelde, farkına bile varmıyolar. o zaman olsun diyorum; ben yaptım yeter. ama normalde istiyorum, gelsin sorulsun; burda bunu neden yazdın diye... çünkü zannetmiyorum ki ben söylemeden kimse anlayabilsin onları. galiba bu onların değerini düşüyor. kimsenin anlamayacağı kadar küçük bir ayrıntıysa değersiz bir ayrıntı mı oluyor? yok, herhalde... ben hâlâ yapıyorum ve sıkılmadımda yapmaktan... belkide birileri anlıyodur ya... yok bea, ben zor anlıyorum... acaba insanların sormama sebebi benim işlerimde böyle birşeylerin olmasına ihtimal vermemeleri mi; yoksa hayatı genelde o kadar ciddiye almamalı mı? hayatı ciddiye alıyorlarda; yani not almak için goethe'yi incelemek var, zevk için hemingway okumak var... acaba sorsalarda cevap vermemek mi lazım? hani sanat kapalı anlatımda olmalı herkes düşündüğünü çıkarmalı ya, yani orasıda tartışmalı ama... ya ama hakikatten bazı ayrıntılar fazlasıyla küçük ve benim anlatımımla bile anlamsız gelebiliyor çoğuna... buraya kadar ne yazdığımı anlamayan olduysa (aslında başta yazmam gerekirdi, ama başı kaçırdık; dolayısıyla sona böyle bir numara yaparak koyalım bunu =) ) şöyle bir örnek vereyim. bu blog'da başlarda başlıksız bir yazım var*. ferit diye bir çocuğu anlatan bir öykü, ordaki her ismin seçilmesinin bir sebebi var. ya da ondan sonraki "kesişen yollar" yazısındaki bir sürü isim içinde aynı şey geçerli... ama bunlar ufak galiba... neyse demek istediğimi dedim. anlamayan olduysa gitsin bi duş alsın. hava zaten sıcak...

bu yazıda uzaktan bir tanışıma ithaf olsun...

edit:*:ya ben ona "ferit" diye başlık koymuşum ya =) olmadı şimdi bu...

Salı, Ağustos 01, 2006

"Senin eline çöp batsa, benim parmağım kanar."
Mükremin Çıtır
Bir Demet Tiyatro - Yılmaz Erdoğan
gittin, hade dön bakalım... şişşşt bunu yazdığımı çaktırmayın...

Gülü seven...

Hayır! Gülü seven dikenine katlanmaz. Gülü seven zaten dikeniyle sever. Gülü de sever, dikenlerini de... Bazen sadece gülü severmiş gibi gelir, ama dikenleri unutamaz insan. Bir bütünü parçalarından ayırırsanız, artık o sizin sevdiğiniz bütün olmaktan çıkar... Gül alırken yapraklarını, dikenlerini budayan her çiçekçiyi kınarım o yüzden... Gül dediğin hayat; hayat dediğin bazen acı bazen tatlı, gül gibi... Arada eline dikeni batacak, elin incinecek; ama sen dikenide gülle birlikte sevmelisin. Sevmezsen, gülde seni sevmez. Gül seni sevmezse vay senin haline...

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

biliyomuş resmen....
mln

Pazar, Temmuz 30, 2006

Ohh varya şu an nasıl rahatladım, ben bu karakterler yazısı yok oldu sanıyordum... of of of inanılmaz rahatladım... birşeyler yazmaya girmiştim, onu yayınladım resmen yeter =)

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

Karakterler

Bazı çok sevdiğim, arada metaforik olarak kişiliklerine büründüğüm karakterler var. Kısa kısa anlatmak istedim, hoş bu karakterleri ben sözlerle anlatmayı beceremiyorum, mümkünse geçtikleri yerde tanıyın kendilerini, ama onlar benim nacizane dilimi affeder...

Tanis Yarı-Elf:Ejderhamızrağı serilerinden bir kahraman. Hep arada, çelişkide kalan; sürekli başkalarının iyiliğini isteyen; kendinden çok başkalarını düşünen; hüzün, eğlence, macara dolu; öleceğini anladığım zaman yavaş yavaş ağladığım mükemmel bir karakter...
Mutfaktan çıkacağız...




Rincewind:Discworld'ün muhteşem karakterlerinden yalnızca biri. Hayatta kalmak konusunda uzman. Kötü şans insanı. Herşeye rağmen gene iyi yolu seçen çok ama çok şirin bir büyücü...






Captain Rhett Butler:Clark Gable'ın hayata büründürdüğü, Margaret Mitchell'ın romanından uyarlanan, Oscar'lı 'Rüzgar gibi Geçti' filminin ana kahramanlarından. Sevgisi sonsuz bir aşık, sabrı sonsuz bir insan...




Luke Skywalker:Star Wars 6'lamasının, çekim tarihine göre ilk üçlemesinin ana karakterlerinden. Aslında pek bir özelliği yok, pekte iyi oturtulmamış bir karakter; ki extended universe'de garip olaylara da karışıyor. Ama genede çok seviyorum kendisini...




Archangel/Angel/Warren Worthington III:X-Men'in ilk beşlisinden biri. Ne karakter, ne mutant olarak çok parlak özellikleri yok ama imkansıza yakın bir tipi var. Sadece görünüşü yeter, altın sarısı saçlar, bembeyaz melek kanatları... Ah birde mavileşmeseydi...





Seto Kaiba:Yu-Gi-Oh! serisinin anti-kahramanı. Sert kişiliği, konuşmaları ile inanılmaz bir bünye...









Captain Jack Sparrow:İkinci film, 'Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest'den sonra geldi benim için. En sonunda yaptığı hareket olayı bitirdi.






Hagi:'Blood+' adlı anime dizisinden bir karakter. Daha kişiliğini pek bilemiyorum ama saf karizmadan oluşuyor kendisi.. edit: artık biliyorum kişiliğini ve hastasıyım!











Hepsini çok güzel şekillerde tanıtamadım ama bünyemden çıktılar... msn'de avatarımda bunlardan birini görürseniz artık tanırsınız... =)

Zamanı geldi galiba?

Öğrenci Seçme Seçilme Sevilme Sayma Sorgulama Sorma! Sınavı, Bodrum tatili, bilgisayarımın (Bilgisayarıma bir isim bulmak zorundayım) yenilenme süreci bittiğine göre artık blog'uma birşeyler, en azından bir sene raporu yazmalıyım sanırsam! Ama pek canım istemiyor... İsteyene kadar, ertele yavrım ertesi güne ertele... Benim canım ne istiyor, ben biliyorum da (oldu mu yeteri kadar ayrı? =) Hem niye ayırıyoruz ki? Ne bu ayrı gayrılık?) benden başkası biliyor mu onu bilmiyorum...

Saygılar sunuyorum! Artık hep burdayım...

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Geçen gün bir arkadaşım "Beyoğlu'nda yazını okudum!" dedi; şaşırdım, apıştım, "Af buyur?" dedim. Uzun süren algılama zorluklarımdan sonra, arkadaşımın "Blog'daki yazını okudum" dediği anlaşıldı. =) Neyse efendim, burdan yaptığım çıkarım şuydu: Ben kendisine "Blog'umu oku!" demeden, blog'umu okuyan biri vardı. Normalde "Ben bu blog'u biri okusun diye değil, kendim yazmak için yazıyorum." diye düşünüyorum sanıyordum. Ancak onun ben söylemeden okumasına sevindiğimi hissedince, konu üzerine biraz düşündüm ve 'yazmak için yazıyorum'un biraz havalı görünmek için, bilinçaltı bazlı söylenen bi kolpa olduğu kararını verdim. =)

Bilmiyorum var mıdır okuyan blog'u, ama bundan sonra mümkün olduğunca "Hadi blog'umu oku!" demiyeceğim kimseye... Varsa arada kontrol eden, olursa yeni birşey görecek =) Peki bu yazıyı niçin yazdım? Yahu varsa okuyan bunları comment yazabilirsiniz, utanmayın. Hem bizde kim okudu görelim dimi? =) Varsa okuyan; saygılar, sevgiler...

Mert Erten az kalan Öss ve bitmekte olan okulun acılarının arasından bildirdi...

edit:ya yazıyı editledim şu an yazmayı unuttuğum bir yerler vardı. (hatta sabah cep telefonundan gireyim dedim, açmadı makina) neyse, yeni birşeyler daha yazacaktım ama ortam çok rahatsız... sonra inşallah =(

Perşembe, Nisan 20, 2006

"Cemil’in yalnızca elini tutup dolaşabileceği, seni seviyorum diyebileceği, bağrına basabileceği ya da başını dizine dayayıp uyuyabileceği, sıkıntılarını paylaşabileceği bir dosta, bir flörte, vücut iklimini tam sarıp sarmalamasa da, kalbinin havasını değiştirecek, başında bahar rüzgarları estirecek bir sevgiliye ihtiyacı vardı." Ladesçi-Üstün Dökmen
------------------------
LD:
kımsenın ıyı oluduguna bu kadar kısa zamanda emın olma... ne kendını ısnan sarrafı sananlar bılıyorum sırtlarında hancerle uyandılar...
!B:
tabiki ama insnlara kötü olabilrler diye bakmak istemiorm.. çok kötü bi bakış açısı..
LD:
oyle bakma zaten...
LD:
herkese guven ama yarın arkalrını donup gıderlerse aman ha yere dusup kendını yaralama
!B:
öyle bişeyin omaması için elimdn gelni yapıcam.. ama bi noktada birine güvnmek zornda kalıcm..
!B:
işallah onlar doru insanlr olur..
LD:
o guvenecegın kısıyı cok ama cok ıyı sec dıcem ama yalan...
LD:
nıe yalan? zaten anlasan... kımın oyle oldugunu ohooo =)
!B:
=)dern mevzulara gider sonrası..
-----------------------
Evde yokuz, lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız.
"Sinyal sesi" de ne olaki?

Salı, Mart 07, 2006

"Uzun süredir yaşadığım bu dünya yalan mıydı? Paylaştığım acılar, kahkahalar, sırlar? Yoksa ben bu dünyayı çok mu ciddiye aldım? Ya da içindekileri çok ciddiye aldım belkide? Nasıl almasaydım? Bu dünyada yaşadım ben herşeyi, belkide bu dünyada doğdum, bu dünyada geliştim... Hep düşündüm ki ben burada kalacağım, benimle birlikte olmuş olanlarda benimle kalacak! Ama öyle olmuyor galiba, hayatımı bağladığım, canımı önlerine attığım değerler beni hiç tanımamış, takmamış, sevmemişler galiba... Ya da sevmişlerde benim onları sevdiğim gibi değil. Vaktim yok üzülmeye sıkılmaya, hiçbir duyguya vaktim yok... O yüzden düşünmemeye çalışıyorum, ama olmuyor getirip gözüne gözüne sokuyorlar adamın. Ben onları hep ilk sıraya koymuştum, belki onlardan çok o sırayı hak edenleri hep kendimsiz bırakmıştım. Şimdi görüyorum ki onlar benim için aynı şeyi yapmamış! Ben onların listesinde aşağı sıradaymışım... Hatta kendi listelerinin üst sırasındaki adamlar yokken oyuna giren bir yedekmişim... Belkide ben bu duygusuz anımda çok duyguluyum aslında... Olmayan hayaller görüp, aslında düşünülmeyen düşünceler yaratıyorum. Ama nasıl olur? Yalnızca ben değil çevre bile görüyor, bunların sonuçlarını... Nasıl yapmalı, ne etmeli? Gidip kan mı dökmeli? Basıp gitmeli mi? Son kez gerçeklermiş, doğrularmış gibi davranıp konuşmalı mı? Benim listemde birinci olması gerekenlere gidip özür mü dilenmeli, onların mı olmalı? Hiç bir şey olmuyormuş gibi davranıp 'aptalı mı oynamalı'? Ne yapmak istiyorum bilmiyorum. Ama yapmam gereken bütün duygularımı atıp kurtulmak, duygu sahibi her yerimi söküp atmak! Yeter mi? Kalbim olmasa da aklım bunları düşünemez mi? Şu diyarlarda yaşadığım 5000 yılda şunu gördüm, herşey değişiyor. Öyle ya da böyle nehir akmaya devam ediyor... En çok güvene, sevgiye ihtiyaç duyan insan oğlu herkese güvenmeli, ama her an güvendiği şey yok olacakmış gibi hazırlıklı olmalı... İşte ben bunu yapamadım, siz yapın..."
-Arhcortane Kraliyet yıllıklarından alıntı
Yazarı belli değil...

Öykünün yazarı konunun kendi yaşamıyla alakalı olup olmadığı sorularını yanıtsız bırakmaktadır...

Pazar, Ocak 29, 2006

Blog'daki yazılar

ya edebi-couple'ın yazdıklarından sonra bunu yazma gereği duydum. ben buraya öylesine yazıyorum çoğunlukla yazmak olsun diye, günlük gibi... bu yüzden bi çok yazıda imla, yazım hataları olabiliyor. hatta hızlı yazdığımdan yazım hataları, anlatım bozukluklarıda olabilir... çok fazla sallamayın (bazen adamın gözüne gözüne sokuyorum farkındayım ama =) ) ciddi yazıların içeriğine ve tarzına bakarsarsanız sevinirim... ciddi olmayan yazılar (bu, bundan önceki, ondan önceki) sallayın onları msn'den yazıyomuşum gibi düşünün...
neyse beynim karmakarışık durumda... ama demek istediğimi becerip söyleyebildim herhalde...
birde şimdi siz diyeceksinizki, "mert iyi ki nete girmiyon, iki günde iki yazı! çakal seni"

bide eskiden bi friendtest yapmıştım, gene zamanım olunce gene yapcem!

Giriyom anasını satayım! bıraktım öss'yi... başbakanın çeşnicisibaşı olcam, gurme olcam, hobbit olcam! (sırf yemek yemek için!)... hatta sokakta yürüken başıma saksı düşçek sarhoş olcam... =)

neyse büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim...

ne başbakanların çeşnicibaşıları olmuyo mu? ulan koskoca başbakanı kimse zehirlemez mi? hem ukrayna daki turuncu adamı kkb zehirlemişti ya! o zaman ben önce bi zehirliyormuş gibi yapayım! (ne başbakanı mı zehirlicen? anarşik!) (not: bu şakadır, kimseyi zehirlemek gibi bi düşüncem yoktur. kkb ukrayna daki turuncu başbakanı zehirlememiştir. ama ben yemek yemeyi seviyorum...)

çok geveze ve boş bi adamım..

Cumartesi, Ocak 28, 2006

Len

hedere hödörö...
eman beynim dönüyo... daha aylarca vakit var (140 gün) ama baydım...
neyse fantastik öykü yarışması için ve yıllık için yazı yazmaya çalışıyorum...
eman bea (şişşt sakallı.. =) )
ps:andy kaufman hayata dönmüş yeni öğrendim, alalala
 

Dinlediğiniz için saolun... Biz hep burdayız..