Cuma, Kasım 26, 2010

Garip Alışkanlıklar

Bu sefer mimlenmemişim ama bir borcumuz var idi, onun hesabı gözüksün artık bence.

Garip alışkanlıklarım o kadar çoktur ki saymakla bitmez. Çok garip bir insan sayılmam, ama garip alışkanlıklarım çoktur.

Sessiz isyanların insanıyım. Şöyleki:
Örneğin, bizim okulun girişinde (kuzey); otobüs durağına yakın tarafta, araçların girmesi için bariyerli bir geçiş ve az ilerisinde insanların okula girmesi için bir kapı var. Ki yapısal olarak kapı oldukça büyük, kocaman bir bekçi kulübesi bilem var! (Len internette niye resmi yok?) Elbette insanlar yakın olduğu için araba geçişini kullanıyorlar. Israrla ve inatla kullanmıyorum! Çok acil durumlarda bile kullanmamaya gayret ediyorum! Bir kere o kapı insanlar geçsin diye yapılmış, 12 adım fazla adım atınca kimse ölmez. Ayrıca okula elini kolunu sallayarak herkesin girmesi de sinir ediyor beni; eğitim yuvası olmalı orası, devlet dairesi değil.
Diger bir örnek ise, Burhaniye Mahallesi Metrobüs Durağı'nda (özel isme gel, zincirleme isim tamlaması) yoldan durağa geçmek için merdivenler var (benzeri: http://tinyurl.com/3xo4lql). Ki durak ve merdiven arasında otoyolda yok, dolayısıyla yol oldukça uzuyor. Peki ne yapılmış? Tabiki yolun kenarındaki demirlerden biri kırılmış, insanlar ordan geçip metrobüs yolundan atlayarak durağa geliyorlar. Ben ise ısrarla ve inatla merdivenleri kullanıyorum. Hayır yani 10 tane merdiven çıkarsak belki ekran karşısında otururken büyüttüğümüz o koca kıçlarımız küçülür.
Allah aşkına hayata karşı bu kadar aceleci olmayalım ne olur...

Şimdi demin ki ile tamamen çelişen bir başka şey anlatayım (bu çok garip değil, benim gibi yapan çok çünkü):
Toplu taşıma araçlarında bir optimizasyon hastasıyım. Yani durağın neresinde durursam otobüs tam önümde durur, hangi kapının orda beklersem gideceğim yere en uygun noktada inerim. Konunun aceleyle ve ÖZZELLİKLE yer kapmayla ilgisi yok; yer kapmaya, itiş kakışa ayrı sinirim zaten. Yoksa mevzu yer kapma olunca, herkes yapıyor bunu farkındayım. Ama mesela Levent metro ile Taksim istikametine gidecekseniz, duvardaki freskimsi resime bakın sol alt köşesinde bir amca var; savaşı mı çiziyor, not mu alıyor artık neyse görevi... Onun önünde beklerseniz kapı tam önünüzde açılır, Taksime geldiğinizde ise tam merdivenlerin önünde olursunuz. Hoş şu aralar yerlere işaretler koydular, kapıların nerede açılacağı belli ama... Bu arada amcağın (size göre) azıcık sağında durunda, önce insanlar insin lütfen. Ayrıca emmiye selam söyleyin benden.

Bu konuya çok uygun değil aslında (çünkü çok garip bir takıntı değil gene) ama, çok çok düzenli bir insan olmasam da düzen tutkunyum. Her şeyimin yeri vardır ve orada durması gerekir. Yeri değiştirilirse, alır yerine geri koyarım. Ama bu takıntının uzantısı olan dosya silme adetim fena. Bilgisayarda gereksiz dosyalara fitilim. Bir şeyin işlevi bitti mi? Sildim bile. Ki ben shift+delete yapan bir insan olduğum ve geri dönüşüm kutusunu hiç sevmeyen, şu güne kadar yüksek ihtimalle tek sefer bile kullanmayan biri olduğum için. Giden sonsuza dek gidiyor...

Daha düşünsem kesin gelir aklıma. Ama bence yeter.
Bide şu var tabii...

Benim mimleyeceklerim beni sallamayacakları için, kimseyi mimlemiyorum açıkçası. Sallayan olursa söz mimlerim. =)

Salı, Ekim 05, 2010

Anlamsız bir şekilde mutsuzdu. Mutsuz değildi aslında, mutlu değildi. Ama bu gece anlamsız bir şekilde mutluydu. Mutlu değildi aslında, mutsuz değildi. Sokaklarda resmen patetik, luzır, eysoşıl hareketleriyle tam bir embesil gibiydi.

Taa ki kendisine bir araba çarpana ya da sokakta kaka insanlar tarafından dötü kesilene dek...

Ahhh ana sen nelere kadirsin. Maruzatın azıcık bile olsa...

Pazartesi, Ekim 04, 2010

10 Eylül Cuma 2010, 18:53

Dedi naber? Dedim iyidir.

Dedi ee dedi, dedim ne?

Dedi iyidir.

Dedim ne dedin? Dedi ne dedi?

Kim dedim dedi. Kim ne dedi dedi...

Kaynak:batesmotel

Kitlesel ya da bireysel iletişim çok feci boyutlara ulaştı.

Artık her saniye ulaşılabilir olmak normal olan. Eğer arandığınız saniye ulaşılamıyorsanız bir sorun vardır.
İşte benim bununla problemim var. Problemin kökeni eski değil ama, yeni çıktı sayılır.

Aslında SMS'ten ya da benim de kullandığım WhatsApp'tan çokta bir farkı olmasa da; Blackberry ve BBM bu sorunu ifade ediyor bana.
Artık IM'lere bu yüzden giremiyorum belki de. Aslında hala seviyorum chat yapmayı gibime geliyor, ama dayanamıyorum aslında.
Belki de toplu taşıma araçlarında telefon ile geyik yapan insanlara bu yüzden sinir oluyorum. Belki de bu yüzden SMS yazmaktan, telefonla konuşmaktan ve hatta telefon taşımaktan bu kadar uzaklaştım.

Çünkü birbirimizi tüketiyoruz. Anlıyor musunuz? Tüketim kültürü, tüketim çağı öyle boyutlara ulaştı ki; artık ürettiğimiz metaları tüketmek bizi tatmin etmiyor. Birbirimizi tüketiyoruz. Ya sonra ne olacak peki?

Aslında hepsini yapmaya devam ediyorum.

İşte o yüzden, belki de sadece;
tembelimdir.

-aşkım napıyosun?
+hiççç. sen napıyosun?

-hiççç. akşama napacaksın?

+hiççç. sen?

-hiççç. yarın napacaksın?

+hiççç. sen?

-hiççç. aşkım bi daha hiç der misin?

+eki eki. sen de

+nolur aşkım bir daha hiç de.

-hiççç.
Kaynak:gnctrkcll

22 Eylül Çarşamba 2010, 20:46
Sanırım bir önceki yazının sebeplerine bir tane daha ekledim.

Facebook, blog, twitter, forum... derken o kadar yere kendimi bölmekten, kendimi o kadar yerde anlatmaktan; sanırım konuşurken sürekli "şurada da demiştim." demekten...

02 Ekim Cumartesi 2010, 14:01
belki de sebebi... neyse.

evet, büyük ihtimalle odur. ama şu an için farkmaz zaten.

Cumartesi, Haziran 12, 2010

"Kayıt Yasası" isminde yeni bir kanun çıkıyor. Yüzbaşı Amerika (Captain America) bu yasaya uymuyor hatta bu kanuna karşı bir direniş bile başlatıyor. Örümcek-Adam (Spider-Man) Yüzbaşı'ya soruyor, "Sen Amerika'nın ta kendisisin. Kanun farklı bir yöne giderken, sen nasıl farklı bir yöne gidebiliyorsun?". İşte cevabı:












The Amazing Spider-Man 537. sayıdan alıntıdır. Misler gibi hazırlanmış Türkçe'sini Hoz Comics altında "Evdeki Savaş" isminde bulabilirsiniz. Hatta bulun...

Çarşamba, Haziran 09, 2010

1 Ocak 1885'te yaşanan L.F.S. Zephyr zeplin kazasında yaşamını yitirenlerin anısına:

Lugard Bloodstone
Vilhemina Carpenter
Godfrey Castleburger
Solomon Doonee
Muck Evil Eye
D'ron Le'lor
Merik Luggerton
Horace McGinley
Ker'ee Melange
Preston Radcliffe
Be'lan T'Seraa
Merwin Tumblebrook
Clariss Vorak
Victoria Warrington
Isaac Zapruder

Pazartesi, Mayıs 24, 2010

İnternetin topluma yayılması; "Bu dizede şair, ünlü Fransız düşünür Alessandro Del Piero'nun 'Varolurken yaşıyorum.' sözlerini temel almıştır." gibi cümlelerin sonu olurken, "Lorenzo Van Matterhorn" gibi girişimcilerinde önünü açtı.

Ehehe pis kelime esprisi, hay fayf!

Salı, Mayıs 18, 2010

Ne zamandır aklımda (Ne zamandır? O kadar da çok olmamış. 5 Nisan'dan bu yana sanki ay değil, aylar geçmiş. Vay canına çok acayip. Oha resmen, şaşırdım.), yazıcam. Ama buraya yakıştıramıyordum, twitter'a sığdıramayacağımı biliyordum, facebook "status update"leriyle aram biraz bozuk... Ne demişler, kurt kürk giymeyi seviyorsa; hep aynı dükkana gider, o dükkanda herkes onu tanır, Cheers gibi olur, çok güzel de olur. Neyse.

Grup Vitamin'in "Always Lili Yar" diye bir şarkısı var (Bu kıyağımı da resmen unutmayın. Ayrıca müzikte abandonware var mı acaba? Neyse.). Şarkının bir yerinde çok net bir şekilde:
"liliiii beeeees
liliiii beeeees
.... "
diyor. Ki bunun "Lilly Bass" olduğunu rahatça anlayabiliriz. Peki bundan ne anlayabiliriz?

Taa, yıllar öncesinden - "Hayat Ağacı" bilgisini kullanarak -; yaş/performans oranı yüksek insanı "lak!" diye bulmuşlar yahu. Helal!

Ayrıca "Jack Donaghy Dilemma"da yeni "Sophie's Choice"tur, bunu da belirteyim.

Ayrıca bu yazı Grup Vitamin'i ne kadar çok sevdiğimi, ne kadar çok özlediğimi (aslında özlememin mümkünlüğü teknik olarak tartışılabilir olsa da) belirtmek için asıl yazılması gereken yazı yerine yazılmış bir bıcırtıdır.

Editto: Vay be 3 dizi vermişim arada. Kendime not, bunu zorlayalım. Ya da:
Bu sayıları daha yukarılara çekmeliyiz. Ancak ki o zaman! At aradaki sıfıları, topla ikisini, al kare kökünü....

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

ben tatile gitmemeliyim sanırım.

çok seyrek tatile giden birisi olarak, tatiller beni fena etkiliyor. her tatil dönüşü kronik pazartesi sendromu yaşamak zorunda mıyım? öyle hafifte geçmiyor; çok sancılı, pek acılı geçiyor. "gerçek hayat"a alışmam uzun zaman alıyor. ki öyle bir hayata alışabildiğim konusunda ciddi şüphelerim var. ki ben alışamıyorsam öyle bir hayata kim alışabilir?

belki de sorun başka birşeyde. şimdi; ne olduğunu ben biliyorum, hatta yazdım da az önce ama sildim. of. çünkü önemli olan yer, zaman, aktivite, eşliktaş değil sanırım. sonrasındaki o dönüş. hatta daha doğrusu o dönüş sonrası.

baya ilginç yalnız. o kadar şey yazdım blog'a; ki çoğu kişisel ve özeldir, her ne kadar saçma salak şekilde gizlenmeye çalışılınsa da; sanırım en çok bunu yazarken "hms, ben bunu yazmasam mı acaba?" dedim. çok emin değilim bu söylemimde ama, başka yazılarda olabilir. hatta teknik olarak o yazılar olmayadabilir.

5n1k (ya da ecnebiler için şöyle çeşitleri de oluyor sanırsam: 5w, 5w1h, 6w)'da en pis soru sanırsam ki "neden?"dir. gerçekten dümbük bir soru. evet, bu konuyla ilgisi yok aslında. ama birazcıkta olsa var ve ben yazmak istedim.

tatil diyorduk, bana diyorduk, yaramıyor diyorduk. aslında yarayabilir belki de. teorik olarak dinlenmiş olduğumu varsayarsak, dikkat problemimde geçici bir düzeltme yaşatabilir. sonuçta değer herhalde ya; ne kadar post-tatil sendromu yaşarsam yaşayayım, gerçek hayat bu "normal" olan. ve eğer tatil ondaki verimliliğime fayda sağlayacaksa neden olmasın? biliyorsun ben mühendis olma yolunda ilerliyorum ve bir mühendis için en önemli şey verimdir. allahım, resmen çok fena bir mühendisim! bir de şu var, bu verimliliği arttırma çabaları sırasında zihinsel donanımsal hasarlar yenirse bu sonuçta verimi azaltmayacak mıdır? hms, hesabının yapılması lazım. hendeseci bir kişinin yapması gerek belki de, ama ben öyle bir mühendis değilim. sözel mühendis olmalıydım ben. of, çok şahane birşey buldum!

saçmalıyorum.

hani bazı şeyler vardır ya, siz aslında pek sevmezsiniz; ama onlar hep sizinledir diye illaki biraz sevmek zorunda kalırsınız. işte benim o şeyim, şu anda adını vermek istemediğim bir duygu olabilir. bende o şey olabilirdim bazen, bazı insanlar için sanırım; ama pek ortalıkta olmayınca sanırsam ki, olmadım.

son birşey söyleyeceğim. yok ya, söyleyemeyeceğim.

Cumartesi, Mart 27, 2010

bu blog'da ya da öbüründe tükettiğim kültürel metalardan pek bahsetmiyorum, aslında çok istiyorum; ama olmuyor işte. az önce ilkini yaptım sanırım.

okuduğum kitapta (outliers), yazar bir örnek anlatıyor. bu örnekte; ufak bir çocuk annesiyle doktora gidiyor ve sıkıntısını çekinmeden dile getirebiliyor. söylenmeye çalışılan şey çocuğun, büyüklerin yanında çekinmeden konuşabildiği. Fakat benim merak ettiğim muayenenin sonucu... alex'in koltuğunun altında ortaya çıkan şişkinler neymiş?

işte böyle bir adamım ben.

in case you have been wondering...
açtım cipsimi, büyük bir bardağa koydum içeceğimi. evde de yanlızım zaten. dvd'yi de koydum, gayet sevilecek bir film (catch me if you can). uzattım ayaklarımı, kapadım ışıkları... oooh tam benlik. tamam, belki herşey tam değil; ama elimizdekilerle idare edeceğiz...

Salı, Mart 16, 2010

When your life runs, stop and walk!

Perşembe, Şubat 04, 2010

"Ideas. What happens to ideas once our minds have summoned them into existence? They rise up like balloons caught in a summer breeze. They scale our cerebrum-bilical cords: those magnificent invisible conduits connecting our brains, to the imagi-sphere. There they collect, grow, intertwine, prosper... and form another world.
No matter what trivialities the waking world throws at us, our ideas keep coming and adding to that world. A solitary notion on the bus, a random thought in the street, a surreal brainwave in a shop.

LittleBigPlanet.


Come in and make yourself at home."

Cumartesi, Ocak 23, 2010

Çok acayip birşey oldu. Tv'nin karşısında oturuyorum, laptop kucağımda. Kafam laptop'a doğru dönükken herşey normal. Kafamı sağa ya da sola doğru çevirince (yani kulaklarım laptop'a dönkken) bi-bip-bi-bip diye bir ses duyuyorum.

Çok acayip.
 

Dinlediğiniz için saolun... Biz hep burdayız..