Çarşamba, Ağustos 16, 2006

Let them say I shaved my beard for Hector! Let them say;I shaved my beard for Tanis! Let them say I shaved my beard for the ones, who died for shitty reasons!

If they ever tell my story let them say that I walked with giants. Men rise and fall like the winter wheat, but these names will never die. Let them say I lived in the time of Hector, tamer of horses. Let them say I lived in the time of Achilles.

Salı, Ağustos 15, 2006

Bilmem hiç fark ettiniz mi; pek az şey bilmemize rağmen sürekli birbirimize birşeyler öğretmeye çalışıyoruz?..

not1:Bu yazıyı dün minibüste yaşadığım olaylar silsilesinden sonra yazmak istedim; ama dün açılmadı sayfa bir türlü. Minibüsteki olaylarda hepmizin bildiği genç&yaşlı, saygı&sevgi çatışmalarıydı...
not2:"pek az şey bilmemize" yerine "hiçbirşey bilmememize" yazacaktım; ama minibüsteki olaylar silsilesinin son noktası beni biraz yumuşattı...

Salı, Ağustos 08, 2006

küçük ayrıntılar koyuyorum sağa sola, tam bilmiyorum neden yapıyorum bunu. ufak ayrıntıları sevdiğimden ve çok değer verdiğimden yapıyorum aslında. ama bilmiyorum amaçladığım şey başkalarının onları anlaması mı yoksa sadece orda durmalarımı? galiba başkaları anlasın istiyorum... anlamıyolar genelde, farkına bile varmıyolar. o zaman olsun diyorum; ben yaptım yeter. ama normalde istiyorum, gelsin sorulsun; burda bunu neden yazdın diye... çünkü zannetmiyorum ki ben söylemeden kimse anlayabilsin onları. galiba bu onların değerini düşüyor. kimsenin anlamayacağı kadar küçük bir ayrıntıysa değersiz bir ayrıntı mı oluyor? yok, herhalde... ben hâlâ yapıyorum ve sıkılmadımda yapmaktan... belkide birileri anlıyodur ya... yok bea, ben zor anlıyorum... acaba insanların sormama sebebi benim işlerimde böyle birşeylerin olmasına ihtimal vermemeleri mi; yoksa hayatı genelde o kadar ciddiye almamalı mı? hayatı ciddiye alıyorlarda; yani not almak için goethe'yi incelemek var, zevk için hemingway okumak var... acaba sorsalarda cevap vermemek mi lazım? hani sanat kapalı anlatımda olmalı herkes düşündüğünü çıkarmalı ya, yani orasıda tartışmalı ama... ya ama hakikatten bazı ayrıntılar fazlasıyla küçük ve benim anlatımımla bile anlamsız gelebiliyor çoğuna... buraya kadar ne yazdığımı anlamayan olduysa (aslında başta yazmam gerekirdi, ama başı kaçırdık; dolayısıyla sona böyle bir numara yaparak koyalım bunu =) ) şöyle bir örnek vereyim. bu blog'da başlarda başlıksız bir yazım var*. ferit diye bir çocuğu anlatan bir öykü, ordaki her ismin seçilmesinin bir sebebi var. ya da ondan sonraki "kesişen yollar" yazısındaki bir sürü isim içinde aynı şey geçerli... ama bunlar ufak galiba... neyse demek istediğimi dedim. anlamayan olduysa gitsin bi duş alsın. hava zaten sıcak...

bu yazıda uzaktan bir tanışıma ithaf olsun...

edit:*:ya ben ona "ferit" diye başlık koymuşum ya =) olmadı şimdi bu...

Salı, Ağustos 01, 2006

"Senin eline çöp batsa, benim parmağım kanar."
Mükremin Çıtır
Bir Demet Tiyatro - Yılmaz Erdoğan
gittin, hade dön bakalım... şişşşt bunu yazdığımı çaktırmayın...

Gülü seven...

Hayır! Gülü seven dikenine katlanmaz. Gülü seven zaten dikeniyle sever. Gülü de sever, dikenlerini de... Bazen sadece gülü severmiş gibi gelir, ama dikenleri unutamaz insan. Bir bütünü parçalarından ayırırsanız, artık o sizin sevdiğiniz bütün olmaktan çıkar... Gül alırken yapraklarını, dikenlerini budayan her çiçekçiyi kınarım o yüzden... Gül dediğin hayat; hayat dediğin bazen acı bazen tatlı, gül gibi... Arada eline dikeni batacak, elin incinecek; ama sen dikenide gülle birlikte sevmelisin. Sevmezsen, gülde seni sevmez. Gül seni sevmezse vay senin haline...
 

Dinlediğiniz için saolun... Biz hep burdayız..