Cuma, Haziran 17, 2005

Ferit

Servisten indiği yerle, okul arasında beş dakikalık mesafe anca vardı. Okulun arka kapısından içeri girerken görevliye selam verdi. Sınıfa çıkmak için merdivenlere adımını attı.

Hayat bu aralar kötü gidiyordu. Artık on birinci sınıfa geçmişti. Okul derslerinin ağırlaşmasının yanında bir de ÖSS çıkmıştı başına. Oysa onuncu sınıf öyle kolaydı ki… Gene hiçbir şeyin zamanında değerini bilmemesine yakındı içinden. Ne olurdu dersler kolayken iyi notları toplasaydı? Şimdi aldığı kötü notları anca telafi ederdi. Bari ÖSS iyi olsa diye geçirdi içinden. Yok! O da iyi değildi. İyi bir sınıftaydı ama ısrarla kötü notlar alıyordu. Çalışmak istiyordu, gerçekten istiyordu, ama çalışamıyordu.
Sorunları bununla da bitmiyordu ki; başında sadece dersler yoktu. Sosyal hayatında da problemler vardı. Arkadaşlarıyla, ailesiyle sürekli tartışıyordu; arkadaşlarının kendisinden uzaklaştığını hissediyordu, ona göre ailesi fazla baskı yapıyordu, ailesine göre ise... Nedense insanlardan, ruhundan uzaklaştığını hissediyordu bazı zamanlar. Bir anda kendini “Acıların Çocuğu Emrah” gibi hissetti; her şeyden şikayet ediyordu. Oysa öyle iyi bir yaşamı vardı ki; sağlıklıydı, ekonomik durumu yerindeydi; mutlu bile sayılabilirdi.
Ama daha mutlu olduğu zamanlar olmuştu,biliyordu. Derslerinde başarılı, insanlarla mutlu, güzel bir kız arkadaşı olduğu zamanlarda olmuştu. Hayat kavramını kafasında hep bir denge olarak kurmuştu. Eğer bir şeyler almak istiyorsanız vermeliydiniz de. Hayat o zamanlar ona bir çok şey vermişti, ama o karşılığında bir şey vermemişti; hatta doymaz bir açgözlülükle hep daha fazlasını istemişti. Şimdi hayat ona artık daha az şey sunarken, ısrarla hiçbir şey vermiyor, üstüne de hep daha fazlasını istiyordu.
Ama sonra bu düşüncelerde saçma geldi. Ne yani hiç daha fazlasını istemeyecek miydi? Derin bir of çekti, sabah sabah bu ağır düşüncelerin kafasına nereden geldiğini merak etti. Bunları kafasından atmaya çalıştı.

Ferit gözlerini kapadı ve merdivenleri çıkmaya devam etti.

*** *** ***
Can inanılmaz mutluydu. Dün fizik sınavından doksan altı almıştı. Akşamda en yakın arkadaşına kalmaya gidecekti. Şimdi de yanında kız arkadaşı Selin, kantinden kahvesini almış sınıfına çıkıyordu. Tam o sırada ayağı merdivene takıldı ve kahvesinin birazını merdivene döktü.
“Hay bin kunduz…”

*** *** ***
Ferit, gözünü bir anlığına kapattığında; merdivenlere çıkmaya başlayalı pek olmamıştı. Kafasını boşaltmak için gözlerini kapadığı, o sırada ayağı kaygan bir şeye bastı ve dengesini yitirirken:
“Hay bin kunduz..”
Kapalı gözlerin ardı karardı… sonsuza dek…


“What if tomorrow the war could be over? Isn’t that worth fighting for? Isn’t that worth dying for?” *
Morpheus
The Matrix: Reloaded



* Ya savaş yarın bitecek olsa? Bu savaşmak için değmediği anlamına mı gelir? Ölmek için değmedi anlamına mı gelir?

2 yorum:

Mehmet Çağrı Köse dedi ki...

abi ferit'e söyle o sabah aklına nerden geldiği belirsiz olan düşünceler doğru.ama ferit'in bakış açısı yanlış.

gülmek istiyorsan ağlayacaksın,çok ağlayacaksın,belki de "ee yeter artık" deyip isyan ettirecek kadar çok gözyaşın dökülecek..ama farkında olmalısın ağlamanın da gülmek kadar yaşamsal olduğunun.ağlamak kötü değil.gülmeler arasında kendine nefes alacak kadar alan bulamayıp ("kahkahanın bokunu çıkarıp" da denilebilir) yalnızca hayallerinde ağlayabilmenin, gözyaşlarından önünü net görememekten farkı var mıdır ki?

Mert İ. ERTEN dedi ki...

ferit mutsuz olduğu için mutsuz değil ki... mutlu olmadığı için mutsuz... biraz saçma bir laf gibi geliyor ama değil.. şöyleki mutsuz olmadan, mutlu olunmayacağını ferit gibi kendi içinde düşünmeyi bilen biri bilir.. ama bunu bilmek, mutsuz olduğun zamanlarda "heyo ne güzel mutsuzum, mutluluğun anlamını çözüyorum böylece" demek olmamalı.. ki öylede olmuyo.. mutlu olmadıktan sonra mutluluğun manasını bilsen nereye kadar...

 

Dinlediğiniz için saolun... Biz hep burdayız..